Çocukken kalemimden dökülen her sözcük birer şiirdi. Hislerim, hayallerim ve belki de o zamanlar anlamını tam bilmediğim duygularım, beyaz sayfalarda kendilerine yer bulurdu. Şiir, benim için bir oyun alanıydı. Kafamın içinde dönen dünyaları, kağıda dökerek yaşamaya çalışırdım. 20 yaşıma kadar bu böyle sürdü. Şiirlerim, bazen bir sığınak, bazen bir yolculuk, bazen de sadece kendimi bulma çabamdı. Bazen de çevremde gördüğüm tüm aşk hikayeleri gerçeğe dönüştürme şeklimdi.
Ama sonra hayatın başka bir yönü çağırdı beni. Hayallerimin peşinden koşma arzusu, beni bambaşka bir yola soktu. Üretmek, yaratmak, bir hikayeyi görsel bir şölene dönüştürmek istedim. Yapımcı ve yönetmen olmak için yoğun şekilde çalışmaya başladım. Bu yeni dünyanın büyüsü, beni şiirden uzaklaştırdı. Artık kelimelerle değil, görüntülerle ifade ediyordum kendimi. Belki de şiirin o içsel ritmini, filmlerimde arıyordum; ama bunu o zaman fark edememiştim.
Şiir yazmayı bırakmamın arkasında yatan gerçek neden, hayatın yoğun temposu ve sorumluluklarım olabilir mi? Yoksa şiirin beni alıp götürdüğü o saf duygusallıktan kaçma isteği mi? Belki de ikisi de. Ancak bugün geri dönüp baktığımda, şiirin hayatımdaki yeri hâlâ çok özel ve derin.
Şiir yazmayı bırakmak, belki de bir yolculuğun sonuydu; ama aynı zamanda yeni bir yolculuğun başlangıcıydı. Şimdi bir yapımcı ve yönetmen olarak, hayatın farklı boyutlarını keşfediyorum. Ancak, şiirin bana kattığı o derinlik ve duyarlılık, bu yeni dünyada da benimle birlikte.
Bir gün yeniden şiir yazmaya başlayacağım, biliyorum. Şu an yazmıyor olmam, şiirin hayatımdaki yerini kaybettiği anlamına gelmiyor. Aksine, belki de bir gün kaleme aldığım her dize, yaşadığım tüm bu deneyimlerin bir yansıması olacak. Ama o güne kadar, hikayelerimi farklı yollarla anlatmaya, görsel dünyalar kurmaya devam edeceğim.
Belki de hala şiir yazmıyor olmamın nedeni, içimdeki şiirin hâlâ olgunlaşmakta olmasıdır. Ve bir gün, zamanı geldiğinde, o şiirler tekrar kağıda dökülmek için hazır olacak.